Sosyal Medya

Makale

“Tanrım bu son çılgınlık olsun”

NiÅŸantaşı Baytar Ahmet Sokağı’ndaki Hamarat Apartmanı’nın 8 numaralı dairesine kapıyı kırarak giren polisin bir divanın üzerinde elleri baÄŸlı, saÄŸ ÅŸakağından üç kurÅŸunla vurulmuÅŸ olarak cesedini buldukları 60 yaşındaki adamın adı Efraim Elrom’du.
İsrail’in İstanbul BaÅŸkonsolosu’ydu. Bu görevi 19 aydır yürütüyordu. Ama dünya çapında esas ÅŸöhretini bundan önce yaptığı iÅŸle elde etmiÅŸti.
Efraim Hofstadter adıyla. Bir Polonya Yahudisi olan Hofstadter, İsrail devletinin Nazi suçlularını takip eden güvenlik birimi Büro 6’da görevli bir komiserdi. 11 yıl önce Arjantin’de yakalanan Nazi Kasabı Adolf Eichmann’ı  sorgulamış, dünyayı dolaşıp Eichmann’ın iÅŸlediÄŸi suçların izini sürmüÅŸ, bulduÄŸu filmler, fotoÄŸraflar, belgelerle hazırladığı dosya Eichmann’ı idama götürmüÅŸtü.
Güvenlik nedeniyle soyadlarını deÄŸiÅŸtiren Elromlar, 3 yıl önce oÄŸullarını bir uçak kazasında kaybetmiÅŸti. Bu ÅŸok üzerine Efraim Elrom emniyet teÅŸkilatındaki görevinden ayrıldı. İsrail hükümeti bu acı olayı unutmaları için onları, sakin, güzel bir ÅŸehre İstanbul’a baÅŸkonsolos olarak gönderdi.
19 aydır İstanbul’da yaÅŸayan Elrom, 17 Mayıs günü Mahir Çayan ve arkadaÅŸları tarafından “Filistin’le dayanışma” için kaçırıldı. BeÅŸ gün elleri baÄŸlı rehin tutulurken eÅŸi Elsa Elrom, militanlara seslenen bir mektup yazmıştı: 
“Yegane oÄŸlumu feci bir uçak kazasında kaybetmiÅŸ baÄŸrı yanık bir anne olarak siz gençlere hitap ediyorum. Hayatta tek kalan varlığım kocamdır. Onsuz hayatımın hiçbir manası kalmayacaktır. Lütfen kocamı serbest bırakın….”
Bu çaÄŸrıların hiçbiri iÅŸe yaramadı. Kaçırılma olayı yüzünden sıkıyönetim ilan edilen ÅŸehirde bütün evler için arama kararı çıkarılmıştı.
Ne olduÄŸunu dönemin İngiliz konsolosluÄŸu belgelerinden okuyalım:
“İsrail istihbaratı, BaÅŸkonsolos Elrom’un öldürülme planının bir yıl önce Irak ya da Ürdün’deki bir kampta yapıldığını düÅŸünüyor. İsrail BüyükelçiliÄŸi Maslahatgüzarı Laor, ÅŸu detayları da anlattı: Konsolosu kaçıran altı kiÅŸi uzun bir tartışma sonucunda Elrom’u serbest bırakmaya karar verdi. Ancak daha sonra örgüt lideri ve bir arkadaşı gelip karara karşı çıktı. Sert bir tartışma yaÅŸandı. Altı kiÅŸi ortamı terk etti. Bunun üzerine örgüt lideri ve arkadaşı yazı-tura atarak Elrom’u öldürüp öldürmeyeceklerine karar verdi.”
Öldürüp, evden ayrıldılar. Ne tesadüftür ki öldürüldüÄŸü 22 Mayıs 1971 günü, Eichmann’ın Mossad tarafından Arjantin’den uçakla İsrail’e getiriliÅŸinin yıldönümüydü.
Cinayet haberinin çıktığı 23 Mayıs günkü Milliyet gazetesindeki baÅŸyazısında Abdi İpekçi cinayete isyan ediyordu:
“Öldürdünüz. Ne oldu? Ülkemiz tam bağımlıydı da tam bağımsız mı oldu? Demokrasi sahte idi de gerçeÄŸine mi kavuÅŸtuk. Türkiye’nin ÅŸanını ÅŸerefini mi yükselttiniz… Daha mutlu bir Türkiye için her ÅŸeyinizi adamıştınız. Ve dinamizminiz ile büyük yaralar sarabilirdiniz. Ama yanlış fikirlere ÅŸartlandırıldınız. Ters yola saptırıldınız. O ters yola kendinizle birlikte herkesi sürüklüyorsunuz. Geriye dönmedikçe içine girdiÄŸiniz çukur derinleÅŸecek. Bakın ÅŸimdi elleriniz kana bulandı. Hunharca iÅŸlenmiÅŸ bir cinayetin faailleri oldunuz. Bu kanlı macera sona erdiÄŸinde geriye bıraktığınız Türkiye daha mutlu bir Türkiye olmayacak…. Ve o sonun baÅŸlıca sorumlusu olarak anılacaksınız. Anlayın artık bunu…”
Ama anlamadılar ve durmadılar. Elrom’u öldüren Türkiye Halk KurtuluÅŸ Partisi Cephesi (THKP-C) liderlerinden Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir kaçarken 30 Mayıs sabahı sığındıkları Maltepe'de boÅŸ evi polisin sarması üzerine, çatışarak kaçmayı baÅŸardılar. Maltepe Orhangazi Caddesi KüçükbaÄŸ Sokak 8 numaralı apartmanın bahçe duvarından atlayarak içeri girdiler. Apartmanın giriÅŸten bir üst katına çıkarak ilk kapıyı çaldılar. Daire Binbaşı Dinçer Erkan’a aitti. Evde anne Sevim Erkan, 10 yaşındaki  Tamer ve 14 yaşındaki Sibel vardı. Çıkmalarına izin verdiler. Tam çıkarlarken Çayan, Sibel’e seslendi:  "Sen kal, bize su getir."
51 saat sürecek rehine olayı böylece baÅŸladı. 14 yaşındaki bir kızın rehin alınması Türkiye’yi ayaÄŸa kaldırdı.Teslim olmaları ve küçük kızı bırakmaları için saatlerce pazarlıklar görüÅŸmeler sürdü. Olay yerine oÄŸlunu ikna etmesi için çaÄŸrılanlardan biri de Çayan’ın annesi Naciye Çayan’dı. Aralarında ÅŸöyle bir konuÅŸma geçti:
Naciye Çayan: Yavrum, gel ne olursun, teslim ol çocuÄŸum, benim hatırım için evladım, bir ÅŸey olmayacak gel çocuÄŸum gel.
Mahir Çayan: Anne, dinle bak, sonra çek git, dinle sözümü, bu faÅŸist köpekler seni kandırmışlar sakın bunların oyununa gelmeyin.
Naciye Çayan: Yok evladım, bir ÅŸey yapmayacaklar, benim sözümü dinle.
Mahir Çayan: Teslim alınca iÅŸkence yapıp bu namussuzlar öldürecekler, arkadaÅŸlarımızı aynı ÅŸekilde dünyasına piÅŸman etmiÅŸlerdir.
Naciye Çayan: Mahir.
Mahir Çayan: Çekil, çekilin gidin. Yarının Türkiye'sinde bunların yüzüne tüküreceklerdir.
Eylem sürerken Milliyet’te Abdi İpekçi bir baÅŸyazı daha yazdı. “Yeter artık yeter” baÅŸlığını attığı yazıda ÅŸöyle isyan ediyordu:
“Elini kolu baÄŸladığınız bir adamı öldürdünüz. Åžimdi de masum bir yavruyu kalkan gibi kullanıyorsunuz. Siz insan mısınız?
Halk KurtuluÅŸ Ordusunun neferleriyiz diyorsunuz. BaÅŸvurduÄŸunuz insanlık dışı yollarla o halkın nefretinden, lanetinden baÅŸka bir ÅŸey elde edemediÄŸinizi görmüyor musunuz?
Bu uÄŸursuz maceraya bir an önce son verip teslim olmadıkça o nefret ve laneti artıracak davranışlara mahkûm olduÄŸunuzu her hareketinizin sizi düÅŸtüÄŸünüz bataklığa biraz daha gömmekten baÅŸka bir iÅŸe yaramayacağını anlamıyor musunuz?
Yeter artık, yeter. Sizleri bu yollara özendirenler yerin dibine batsın...”
Bir gün sonra 1 Haziran günü eve düzenlenen operasyonla 14 yaşındaki Sibel Erkan kurtarıldı. Baskında Hüseyin Cevahir öldürüldü. İntihar etmeye çalışan Çayan yaralı olarak yakalandı.
Biraz hızlandıralım. 29 Kasım 1971’de Çayan ve arkadaÅŸları kaldıkları Maltepe Askeri Cezaevi’nden tünel kazıp kaçtılar. Sonra yolları Ünye’ye düÅŸtü. Deniz GezmiÅŸlerin idam kararını engellemek için Ünye’deki NATO radarında görevli ikisi İngiliz biri Kanadalı üç “teknisyeni” alıp kaçtılar.
Adları; Gordon Banner, John Law ve Charles Turner’di. İngiliz Savunma Bakanlığı’nın radar teknisyeni olduklarını açıkladığı ve üzerindeki sırrın kalktığı 1984’e kadar öyle anılan bu üç kiÅŸi aslında Britanya’nın dinleme üssü, NSA’sı GCHQ’ye baÄŸlı olarak çalışan gizli istihbarat subaylarıydı.
Çayan ve 10 arkadaşının üç İngilizle Tokat Niksar Kızıldere köyünde saklandıkları evi 30 Mart 1972 günü sabaha karşı 05.00’de asker, polis ve MİT görevlileri  sardı. İngiliz rehineleri bırakmaları için öÄŸlen 13.30’a kadar pazarlık yapıldı.. Talep Deniz GezmiÅŸlerin idam kararının durdurulmasıydı. Müzakere bitti. 5 saat süren çatışmadan sonra evden 13 ceset ve samanlıkta saklanarak kurtulan bir kiÅŸi çıktı.
O gün olanları o evden saÄŸ kurtulan ErtuÄŸrul Kürkçü, bir yıl sonra çıkarıldığı mahkemede, öz eleÅŸtirisini de yaparak ÅŸöyle anlattı:
“Çatıdaki merdivene açılan deliÄŸe kendimizi attık. Önden Saffet, arkadan ben yuvarlandım. Mahir, 'İngilizler' diyerek onların vurulmasını emrediyordu. Bir arada yere yuvarlandık. Kafamı doÄŸrulttuÄŸumda yukarıdan ılık ılık bir ÅŸeylerin başıma aktığını hissettim. Mahir’in kolunun çatıdan aÅŸağıya sarktığını gördüm. KoÅŸarak yukarıya tırmandım. Atış devam ettiÄŸinden kolundan çektim. Başından vurulmuÅŸtu. Mahir diye bağırarak cevap istedim. Ancak cevap alamadım. Mahir’le uÄŸraÅŸtığım süre içinde diÄŸer arkadaÅŸlardan biri veya birkaçı 3 İngiliz’i vurarak öldürmüÅŸlerdi. Ben hayatta kimsenin duymayacağı kan sesini duydum. Artık arkadaÅŸlarımın bu meselede hiçbir sorumlulukları kalmadığı halde, İngilizlerin boÅŸu boÅŸuna akan kanlarının sesini duydum. Silaha sarıldığım için tarihe karşı ve kendi halkıma karşı suç iÅŸlediÄŸim inancındayım.”
Baskının ertesi günü Milliyet gazetesi olayı tam sayfa olarak ÅŸu manÅŸetle vermiÅŸti: Niksar’da kuÅŸatıldıktan 12 saat sonra AnarÅŸistler üç İngiliz'i öldürdü ve öldürüldüler.
BaÅŸyazar Abdi İpekçi’nin sütununda ise tek cümlelik bir yazı vardı:
“Tanrım, bu son çılgınlık olsun...”
Kimse eyleme hak vermemiÅŸ, “adalet arayan gençler” diye onlardan bahsetmemiÅŸti.
Ama bu son çılgınlık olmadı. 7 yıl sonra 1 Åžubat 1979’da Abdi İpekçi öldürüldü. Cenazesinde dağıtılan yaka kokartından fotoÄŸrafının altında aynı cümle yazıyordu: “Tanrım bu son çılgınlık olsun...”
2015 yılının 30 Mart’ında Kızıldere'de ölen 11 kiÅŸi törenlerle anıldı. Kahramanlık hikayeleri anlatıldı. Kimse Efraim Elrom’dan, Sibel Erkan’dan, Gordon Banner’dan, John Law’dan ya da  ve Charles Turner’dan bahsetmedi.
Ertesi gün aynı çizgiyi sürdüren örgütün genç militanları İstanbul Adliyesi’ni basıp bir savcıyı katlettiler..
Ama ertesi gün çıkan ana akım gazetelerinde “Yeter artık, yeter. Sizleri bu yollara özendirenler yerin dibine batsın. Tanrım bu son çılgınlık olsun'' diyecek bir Abdi İpekçi yoktu artık…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.